TELEVİZYON

8 Temmuz 2008 Salı

John Logie Baird bir rahatsızlık nedeni ile sağlığına iyi geleceğini düşünerek Batı Hint Adaları'na tatile gitti. 1922 yılında İngiltere'ye geri döndü. Hastings'e yerleşen Baird burada birkaç buluş denemesinde bulundu, sonuç hüsrandı. Daha sonraları aklında görüntüyü iletme düşüncesi gelişmeye başladı. Sağlık sıkıntıları devam ediyordu ve bunun üzerine para sıkıntısıda eklenmeye başladı. Alman Paul Nipkow'un buluşu olan optik bir tarayıcı diskini geliştirip, mekanik bir televizyon alıcı-vericisi geliştirdi.26 Temmuz 1923'te patent başvurusunda bulundu. 1924 yılında patent onaylandı. Aradan geçen zamanda buluşunu geliştirmek için değişik yöntemler denedi. Bisküvi kutusu, örgü şişeleri gibi değişik malzemeler kullanarak çalışan bir televizyon elde etmeyi başardı. 1926 yılında Londra'da Kraliyet Bilim Akademisi'nde ve Oxford sokağında halka buluşunu tanıttı.


Bu çalışmalar esnasında birbirlerinden habersizce elektronik televizyonlar üzerinde çalışan mucitler vardı. Görüntü Çözümleyici adı altında patenti alan Farnsworth elektronik televizyonlarda görüntü gösterimini başaran ilk kişi oldu. Günümüzde kullandığımız televizyonların temelini ise Zworykin'in icadı olan katodik ışın alıcı-vericisidir. Tüm mucitler buluşlarının sistemini daha eski buluşlara dayandırıyordu. Zworykin 1938 de bu sistemlerin patentini aldı ve çağdaş tv lerin babası oldu.



Başlangıç olarak tv yayınları iki sistem üzerinde yapılıyordu. Mekanik ve Elektronik sistemlere yayın dönüşümlü olarak BBC tarafından sağlanıyordu.Şubat 1937 itibari ile mekanik sistemlerden vazgeçilip tamamen elektronik tv sistemine geçildi.


HESAP MAKİNESİ


İskoçyalı John Napier çarpma - bölme ve toplama - çıkarma arasında bağlantılar kurdu. Kurduğu bu bağlantılar mekanik hesap yapma makinalarının temelini attı.




Uzun yıllar boyunca insanlar hesap makinasını Blaise Pascal'ın icat ettiğini düşündüler. Aslında ilk icadı onun yapmadığı, ondan 18 yıl önce hesap yapan bir saat icad eden Wilhelm Schickard'ın yaptığı ortaya çıktı. Alman tarihçi Franz Hammer tarafından bu konuda pekçok belge bulundu. Schickard'ın icadı daha önce bulunmasına karşın Pascal'ın icadından daha gelişmiş özelliklere sahipti. Toplama, çıkarma, çarpma ve bölme işlemlerini aynı anda yapabiliyordu.1957 yılında belgeler ortaya çıkarıldı ve hesap makinasının gerçek mucidi olarak Schickard tarihe adını yazdırdı..

ÇENGELLİ İĞNEYİ KİM İCAT ETTİ

Patent kayıtlarında Çengelli iğne 1849 yılında Walter Hunt adınadır. Ancak çengelli iğne aslında çok daha eski bir buluştur. Bu tarihten 2000 yıl öncesinde Romalıların yaylı bir çeşit çengelli iğne kullandıklarına dair kanıtlar var. Romalılar birçok buluşa isimlerini yazdırmışlar ancak çoğu unutulup gitmiştir, taa ki yeniçağda tekrar icat edilene dek. 1842 yılında Thomas Woodward tarafından Amerika'da farklı yapıya sahip bir çengelli iğne için patent alınmıştı. Bu iğne, sıradan bir iğnenin uc kısmına takılan metal parça ile tutturuluyordu. Ancak bu hem güvenlik hemde kullanış sorunları doğuruyordu.

FOTOKOPİ MAKİNESİNİ KİM İCAT ETTİ


Chester F. Carlson 1906 yılında doğduğunda karbon kağıdı ya da ozalit gibi çeşitli çoğaltma yöntemleri icat edilmişti. 1903'te George C. Beidler Rektigraf adlı ilk fotokopi makinesini icat etti, ama bu işlem aslında belgelerin baskısını yapmaktan ibaretti ve tutulmadı. 19038'de Carlson elektron fotoğrafçılığı adını verdiği yöntemi bulana dek belgeler elektrostatik olarak çoğaltılamıyordu.
Carlson, Amerika'da yaşanan Büyük bunalımdan sonra işini kaybedinceye dek, Bell Telephone Labratories'te araştırmacı mühendis olarak çalışıyordu. Bunun ardından, önce patent avukatlığı yaptı, sonra da New York'taki elektronik firması P.R. Mallory & Co.'nun patent departmanında işe girdi; buradayken dikkatini patent işlerini hızlandırmak için bir kopya makinesi icat etmeye yoğunlaştırdı. New York Halk Kütüphanesi'nde araştırma yaparken Paul Selenyi'nin çeşitli maddelerin elektrik iletkenliğinin ışığa bağlı olarak değiştiğine dair ilkesini keşfetti. Selenyi'nin ilkesini, kopyalamaya uyarladı ve bu değişken iletkenliği, kopya edilecek belgenin sabit bir gölgesine dönüştürmek üzerine deneyler yaptı. 8 Eylül 1938'de elektron fotoğrafçılığı için patent başvurusunu yaptı ve ertesi ay bu süreci başarıyla uygulayarak yaptığı deneyin tarihini ve yerini cam bir levhadan mumlu kağıdın üzerine geçirdi: "10-22-39 Astoria"

YARA BANDI İCADI


Dünyanın ilk yapışkanlı hazır yara bandı Johnson & Johnson'ın piyasaya sürdüğü J&J Band-Aid yapışkanlı bandajıdır; firmada çalışan Earle E. Dickinson'ın 1920'de icat ettiği bu ürün 1921'de piyasaya sürüldü. Johnson & Johnson firması, 1885'te ameliyat pansuman ürünleri üretmek üzere kurulmuştu ve 1920'den çok daha önceden beri yapışkan cerrahi bant, gazlı bez ve benzeri ürünleri üretiyordu. Ama yapışkanlı yara bandı kapsamlı bir araştırma geliştirme çalışmasının değil, karısı Josephine'in sık sık kazaya uğraması nedeniyle, Dickinson'ın pratik zekasının bir ürünü oldu.

KALP NİÇİN SEVGİ SİMGESİDİR?

Bizi bir şeyler harekete geçirdiğinde bunu kalbimizde duyumsar ve hissederiz... Bir insanı sevdiğimizde veya bir şeylere çok kızdığımızda kalbimiz son derece hızlı atmaya başlar. Ya da bir olaya heyecanlanıp, sevinç duyduğumuzda da kalp atışlarımızın sesini duyarız…




Çok eski zamanlardan beri insanlar bunu anlamış ve çarpan kalplerin hep bizi harekete geçiren olaylardan kaynaklandığı keşfetmiştir. Böylece de kalp, tarih boyunca insanlar duygusal olarak bir şeyler hissettiğinde, heyecanlandığında veya sevinç duyduğunda çarpıntıları arttığı için duygusal bir simge olarak kalmıştır.




Taş devrinde bile...

Taş devrinde bile kalp insanlar için ayrı bir anlama geliyordu. O dönemlerde yaşadıkları mağaralarda hayvanlar üzerine kalp resimleri çizmişler... Hem taş devri sonrasındaki birçok millet ve kültürde de kalp vücuttaki duyguların ifadesi olarak önemli bir yere sahipti. Hatta öyle ki kalp beyinden bile önemliydi.




Mısırda...
Hepinizin bildiği gibi Mısırlılar döneminde ölenleri mumyalayıp Piramitlere gömüyorlardı. İşte o dönemlerde ölünün kalbi tek organ olarak mumyalanırdı ve böylece de ebediyet kazanılırdı. Ancak ölünün beyni ise çöpe atılırdı.




Ortaçağda...
800 yıl kadar önce birçok şarkıda kalp sözü geçmeye, şiirlerde ise kalp üzerine yorumlar yapılmaya, kalp ve acı gibi anlamlara yer verilmeye başlanmış. Kalp birçok hikâyede yer almış... Çok eski zamanlardan beri kalp günümüze kadar bir sevgi ifadesi olarak gelmiştir.




Kalp resimleri...
Bazen birçok şey ifade etmek için tek bir resim, tek bir çizim yeterli olabilir. İşte kırmızı kalp böyle bir simgedir.
Bazen bir insanı çok sevdiğimizi söylemek istediğimizde ve sözcükler yetersiz kaldığında ki bu insan annemiz, babamız, kardeşimiz, bir dostumuz veya eşimiz olabilir tek bir kalp çizmek duygularımızı ifade etmek için yeterlidir. Herkes bilir ki böyle çizilmiş bir kalp önemli bir mesaj anlamına gelir... Sevgi!

KAĞIT İCADI

Lidyalılar zamanında icat edilen para, ister madeni İster banknot olsun, İnsan hayatına damgasını vuran en önemli sembollerden biri.




Para kağıt icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetlii metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanıldı. Tarihteki ilk madeni para basımı I.Ö. VII. yy' da Anadolu' da Lidyalılar tarafından gerçekleştirildi. Dünyanın ilk büyük darphanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane' de kuruldu. M.Ö. 118 yılında deri para kullanan Çinliler, İv 806 yılında da ilk kağıt icat parayı yaptılar Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17. yy sonlarına rastlıyor. İlk kağıt icat para'nın 1690' lı yıllarda ABD ve İngiltere hükümetleri tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı biliniyor. Osmanlı İmparatorluğunda ilk i kağıt paralar idari, sosyal ve yasal reformların gündeme geldiği Tanzimat Döneminde tedavüle çıkarıldı. İlk Osmanlı Banknotları Abdülmecit tarafından 1840 yılında "Kaime-i Nakdıye-i Mutebere" adıyla, bugünkü dille "Para Yerine Geçen Kağıt", bir anlamda para olmaktan çok faiz getirili borç senedi veya hazine bonosu niteliğinde düzenlendi. Matbaada basılmayan ve elle yapılan bu paraların her birine resmi mühür vurulurdu Osmanlı Yönetimi, 1842 yılından itibaren de matbaada para basmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında da 1915 yılından itibaren altın ve Alman hazine bonolarını karşılık göstererek dört yıl boyunca , yedi tertipte toplam 160 milyon liranın üzerinde banknot çıkarttı Bu banknotlar "evrak-ı nakdiye" adı altında Türkiye Cumhuriyeti' ne intikal etti ve Cumhuriyetin ilk yıllarında kağıt para bastırılma-dığından 1927 yılının sonuna kadar tedavülde kaldı.

GÜNEŞ'İN SICAKLIĞI



Güneş, Güneş Sistemi'ndeki en büyük gök cismidir. Çok sıcak ve yanmakta olan bazı gazlardan oluşur. Bu nedenle, yüzeyinde her saniyede milyonlarca atom bombası patlamasına eşit güçte patlamalar olur. Bu patlamalarda boyu Dünyamız'ın büyüklüğünün 40-50 katı olan alevler fışkırır.



Ateşten bir topa benzeyen Güneş, yüzeyinden çok büyük bir ısı ve ışık yayar. Eğer, Güneş olmasaydı, her zaman gece olurdu ve her yer buzla kaplı olurdu. En önemlisi daha önce söylemiştik ya! Dünya'da yaşam yani biz olamazdık.



Güneş'in sıcaklığı derece 6000 dış yüzeyinde, içindeki sıcaklık ise 12 milyon derecedir. Çünkü, uzay (uzay filmlerinden de hatırlarsınız) karanlık bir yerdir. Dünyamız da bu karanlık yerdeki bir gök cismidir. Bu karanlık yerin içinde Dünyamız'ı Güneş'ten başka aydınlatabilecek ve ısıtabilecek bir gök cismi yoktur.



Ancak, Güneş'ten yayılan ışık çok parlaktır. Havanın açık olduğu bir günde Güneş'e bakmayı denemişsinizdir. Hatırlayın bakalım. Birkaç saniye bakınca gözleriniz kamaşmıştı, değil mi? Aslında, Güneş'e bu parlak ışık nedeniyle doğrudan bakmak çok tehlikelidir. Gözlerimize bu parlak ışık zarar verebilir. Ayrıca, yazın uzun süre Güneş'te kalmak da tehlikelidir. Hatta, cildimizde uzun bir tedaviyi gerektirecek çok ciddi yanıklar oluşabilir. Çünkü, Güneş'ten yayılan ısı özellikle yazın çok yüksek olur. Oysa Güneş, Dünya'ya milyonlarca kilometre uzaktadır ve uzaya yaydığı ısının sadece binde ikisi Dünyamız'a ulaşır.






Peki Güneş'ten çok uzakta olmasına rağmen, Dünyamız'da sıcaklık bu kadar yükselebiliyorsa, acaba Güneş'in üzerindeki sıcaklık ne kadardır?


Bilim adamları, bu konuda yaklaşık sayılar verebilirler. Ama bu sıcaklığı, bildiğimiz herhangi bir şeyin sıcaklığıyla karşılaştırarak anlamak mümkün değildir. Bir düşünün! Güneş'in sıcaklığı derece 6 bin yüzeyinde olduğunu, içinde ise sıcaklığın 12 milyon dereceye kadar yükseldiğini... Bunu bildiğimiz neyle karşılaştırabiliriz ki? Elimizle sıcak suya temas ettiğimizde 50 dereceden fazlasına dayanamayız. En sıcak yaz günlerinde bile hava en fazla 40-50 derece civarındadır. Bu örnekten de anlıyoruz ki, Allah Dünya ile Güneş'in uzaklığını en uygun olacak şekilde yaratmıştır. Güneş bize biraz daha yakın olsaydı, Dünya üzerindeki herşey sıcaktan kavrulur kül olurdu. Ancak, biraz daha uzakta olsaydı, bu sefer de herşey buz tutardı. Tabi ki her iki şekilde de yaşam mümkün olmazdı.



Güneşimiz eğer bizim Dünyamız'a gereğinden fazla yakın olşaydı, Dünyamız bayağı ter dökerdi hatta erirdi. Tüm bu hassas dengeler Allah'ın kontrolündedir.



Aslında, benzer şekilde Güneş'in ısısını daha az alan kutup bölgeleri devamlı bir buz tabakası ile kaplı; daha çok alan Ekvator bölgeleri ise devamlı sıcaktır. Allah, bu bölgeleri bizlere örnek olsun diye yaratmıştır. Diğer yerler ise canlıların yaşamına en uygun şartlarda yaratılmıştır. Bu Allah'ın bize olan şefkatini gösterir. Çünkü, Allah Güneş ile Dünya arasındaki uzaklığı şu anki gibi en uygun şekilde yaratmasaydı, Dünya'daki yaşam çok daha zor olurdu. Hatta olmayabilirdi.

DÜNYANIN EN BÜYÜK ELMAS'I

Topkapı Müzesi'ndeki ünlü "Kaşıkçı Elması" adını nasıl almış? Bu elmas Osmanlı Hazinesi'ne nasıl girmiş? Elmas kaç karattır? Dünyanın tanınmış elmasları arasında yeri nedir?



Topkapı müzesindeki ünlü elmasa neden "kaşıkçı elması" denildiği hakkında muhtelif hikayeler varsa da, kanımca bunların doğru olanı, elmasın kesiminin oval olması ve dolayısıyla da kaşığa benzemesindendir. Elmasın Osmanlı Sarayı'na nasıl girdiği hakkındaki bilgi de, rivayetten öte değildir. Son yıllarda yeni tartışılmaya başlanan ve doğru olması en muhtemel rivayet şöyledir: 1774 yılında Pigot adında bir Fransız subayı, bu elması Hindistan'ın Madaras Mihracesi'nden satın alıp Fransa'ya götürür. Bir zaman sonra tekrar satılığa çıkartılan elması Napolyon'un annesi satın alır ve uzun süre göğsünde taşır. Ne var ki, Napolyon sürgüne gönderildiği zaman, oğlunu kurtarabilmek için, annesi de elması mecburen satılığa çıkartır. İşte o sırada, Fransa'da bulunan Tepedelenli Ali Paşa'nın bir adamı, paşa adına 150 bin altın ödeyerek elması satın alır ve paşaya getirir.


Sultan 2'nci Mahmud zamanında, Tepedelenli Ali paşa, devlete karşı ayaklandığı gerekçesiyle öldürülür, paşanın varlıklarına el konulur ve nesi var nesi yoksa Osmanlı Hazinesi'ne gönderilir. Böylelikle, Napolyon'un annesinden satın alınan "Kaşıkçı Elması" hazineye girmiş olur.



Kaşıkçı elması'nın çevresini iki sıra 49 adet pırlanta kuşatmaktadır. Bu haliyle elmas, yıldızların ortasında pırıl pırıl parlayıp gökyüzünü aydınlatan bir dolunayı andırır. Pırlantaların, elmasa ışık ve güzellik vermesi için sonradan, 2'nci Mahmud tarafından dizdirildiği sanılmaktadır.



Kaşıkçı elması 86 karattır ve dünya'nın tanınmış 22 elması arasındadır. Dünyanın en büyük elması olarak bilinen 191 karatlık Işık Dağı ya da Kuh-i Nur adıyla tanınan elmas Hindistan'da bulunmuştur ve bugün, İngiltere Krallık Hazinesi'ndedir. Adı Farsçada Işık Denizi anlamında olan, uçuk pembe renkli, yassı bir taş olan Derya-i Nur elması ise, yaklaşık 185 kırat ağırlığındadır ve bugün İran Milli Bankası'nda saklanmaktadır. Bunlara ilaveten, 1853 yılında Brezilya'da bulunan ve Güney Yıldızı adıyla tanınan 128 karatlık elmasla, Büyük Moğol Elması ve bizdeki 86 karatlık Kaşıkçı Elması, dünyanın en büyük elması ve en değerli 22 elmasın arasında bulunmaktadır.

GÖKYÜZÜ NEDEN MAVİDİR

Gökyüzünün mavi görünmesinin (dikkat! olmasının değil görünmesinin! çünkü normalde atmosferimiz daha doğrusu hava renksiz bir gazdır!) tek sebebi kırılma hadisesidir.



Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacılar tarafından hemen saçılırlar. Fakat kırmızı ışık (ki en büyük dalga boylu ışıktır!) saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır.



Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Mesela gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda, tüm ışınlar nerede ise aynı oranda saçılır. Bu da gökyüzünün gri renkte görünmesine sebep olur.



Gün batımında veya doğumunda ise güneş ışınları atmosfere eğik girdikleri için daha fazla yol katetmek zorunda kalırlar. Bu yüzden daha çok ışın ve renk saçılır ve o posterlere konu olan, şahane gün doğumu ve batımını gözlemleyebiliriz. Çok az saçılmış olan kırmızı ışık ise güneşe ve ufuğa kızıl veya portakal görüntü verir.

İLK TEKNOLOJİ İCATÇILARI

Pusulayı kim icat etti? Pusulayı MS 100 yılında Çinliler icat etti. Manyetik bir ortamda serbest bırakılan bir objenin kuzeye yöneleceği prensibinden hareketle pusulanın keşfi gerçekleşti.




Telgraf: William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz1837 yılında , teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başardılar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesı ortaya çıktı. Elektrik akımı, alıcı cihazın kadranındaki bir dizi iğneyi hareket ettirerek ulaştırılacak mesajın ekranda belirmesine yardımcı oluyordu.



Mors Alfabesi: 1843’ te Samuel Morse, telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi’ ni geliştirdi. Morse, Baltimore’ den Washington’ a uzanan 60 km’ lik bir telgraf hattı kurarak, hattı başkanlık seçimleriyle ilgili haberleri iletmek için kullandı.



Pusulayı kim icat etti? Pusulayı MS 100 yılında Çinliler icat etti. Manyetik bir ortamda serbest bırakılan bir objenin kuzeye yöneleceği prensibinden hareketle pusulanın keşfi gerçekleşti.

EN HIZLI KOŞAN KUŞ


Devekuşları dünyadaki en büyük kuşlardır. Boyları bizim boyumuzdan daha uzundur. Bir devekuşu yaklaşık 2,5 metre uzunluğunda ve ortalama 120 kilo ağırlığındadır.Orta Afrika'da gruplar halinde yaşayan bu kuşlar uçma kabiliyetine sahip değildirler. Ama Allah onlara düşmanlarından kaçmaları için başka bir özellik vermiştir. Uzun bacaklarıyla çok hızlı koşarlar, o kadar hızlıdırlar ki, hiçbir insan koşarak onlara yetişemez. Devekuşu hayvanlar alemindeki en hızlı koşan kuş ve 1 saatte yaklaşık olarak 70 kilometrelik bir hıza ulaşabilmektedir. Ve şimdi size çok ilginç bir şey söyleyelim: Devekuşunun her bir ayağında sadece iki parmağı vardır, biliyor musunuz? Üstelik bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Ve devekuşları yalnızca bu büyük parmaklarının üzerinde koşarlar.
Ayrıca, en hızlı koşan kuş devekuşları hızlı koşmalarını sağlayan uzun bacakları sayesinde usta bir dövüşçüdürler. Ayaklarıyla tekme atarlar ve pençeleriyle düşmanlarına karşı rahatça kendilerini savunurlar.
Dünyanın bu en büyük kuşunun yumurtası da kuş yumurtalarının en büyük olanıdır. Bu dev yumurtalar için kumda geniş bir çukur kazar ve buraya tüm yumurtaları yerleştirirler. Fakat 10-12 tane yumurtladıklarında çukurun büyüklüğünü de ona göre ayarlamaları gerekir. Eğer devekuşu, çukuru, kumda değil de toprakta açsaydı, bu çok zaman alırdı ve kuşun çok fazla enerji harcamasına sebep olurdu. Gerçekten de kumun taşınması, toprağa göre daha kolaydır. Kumu elinizle bile eşeleyebilirsiniz, fakat toprak için en azından bir kürek gereklidir. İşte bu nedenle, Allah'ın ilhamıyla hareket eden devekuşları kazmak için toprağı değil de en az emek harcadıkları kumu tercih ederler. Sonra da yumurtaların üzerini kolayca yine kumla örterler.
En hızlı koşan kuş devekuşları hakkındaki bir diğer ilginç bilgi de sürüdeki bütün yumurtaların bakımını tek bir dişinin üstlenmesidir. Ancak yuva belli sayıda yavruyu barındırabildiği için bu dişi önceliği kendi yumurtalarına verecektir. Devekuşları kendi yumurtalarını kabukların üzerindeki hava delikleri sayesinde ayırt ederler.
Yumurtadan çıkan yavrular savunmasızdır. Her an yırtıcı bir kuşa yem olabilirler. Ancak, yavrular bir tehlike ile karşılaştıklarında kendilerini korumak için yere yamyassı serilerek ölü taklidi yaparlar. Bu şekilde, düşmanları onların ölü olduğunu düşünerek onlara saldırmaz. Bu taklidi bütün yavrular aynı şekilde uygular.
Daha dünyaya yeni gelen bir kuşun bunu akletmesi veya öğrenmesi imkansızdır! Peki, o zaman nasıl olur da bir kuş doğar doğmaz adeta bir tiyatrocu gibi böyle bir rol yapma yeteneğine sahip olabilir? Cevap çok açıktır. Allah, "Rab" yani eğiten, öğreten sıfatıyla başka hiçbir savunmaları olmayan bu yavrucaklara böyle etkili bir korunma tekniğini öğretmiştir.

İLGİNÇ BİLGİLER

Dünya'ya en yakın yıldız güneş'tir.


Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır.


Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.


Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika'dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.


Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya'nın ishigaki Adası'nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.


Acık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.


Sahra çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır.


Başkan John F. Kennedy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi.


Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır.


Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında Connecticut New Haven'da yayımlanmıştı.


Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir.


Ünlü çizgi film kahramanı Temel Reis, 1919 yılında Elzie Crisler Segar tarafından yaratıldı.


İlk çamaşır makinesi 1907 yılında Hurley Machine Co. tarafından pazarlandı.

BUNLARI BİLİYORMUYDUNUZ?

Kendi dirseğini yalamanın imkansız olduğunu

Ördeğin vakvaklamasının yankı yaratmadığını ve bunu kimsenin açıklayamadığını

Dünyadaki fotokopi makinelerinde meydana gelen arızaların %23 ünün, makinenin üstüne oturup kendi popolarının fotokopisini çekmek isteyen insanlar sayesinde meydana geldiğini

Yaşamın boyunca uyku sırasında yaklaşık 70 böcek ve 10 örümcek yiyeceğini (Mmmmh!!:)

İdrarın zifiri karanlıkta parladığını

Eğer çok şiddetli hapşırırsan, kaburgalarından birini kırabileceğini

Hapşırmayı engellemeye calışırsan, başındaki veya boynundaki damarlardan birinin yırtılabileceğini ve ölebileceğini

Hapşırdığın sırada gözlerini açık tutmaya çalışırsan, yerlerinden fırlayabileceklerini

Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını

Dünya nüfusunun %50 sinin hiç telefonla konuşmadığını

Farelerin ve atların kusamadıklarını

1 saat süreyle kulaklıkla birşey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını %700 arttırdığını

Çakmağın kibritten önce bulunduğunu

Parmak izleri gibi dil izlerinin de her insan için benzersiz olduğunu

Bu yazıyı okuyan insanların %75 inden fazlasının, dirseklerini yalamaya çalışacaklarını Biliyormuydunuz? :)